ŞEYH SAİD İSYANI VE ZAZALAR
13 Subat 1925 günü Diyarbekir/Piran’da çıkan ve kısa bir
süre içerisinde tüm Sünni Zaza bölgesine yayılarak, TC
yönetimine karsı kapsamlı bir direnise dönüsen Seyh Said
(1864-1925) öncülüğündeki Zaza hareketinin üzerinden 80
yıl geçti. Bu uzun süre zarfında, Türkiye ve çesitli ülkelerde,
ayaklanmaya iliskin pek çok çalısma (kitap, brosür,
makale, tez, vb.) yapılmıs olmasına rağmen, ne yazık ki,
Seyh Said hareketi henüz derli-toplu olarak gerçekçi bir
biçimde ortaya konulamamıstır. Kuskusuz bunun baslıca
nedeni; ayaklanmanın amacı, kapsamı, öncüleri ve katılımcıları hakkındaki önyargılı tutumdur.
Doğu Anadolu’nun etnik ve inanç yapısı irdelenmeden,
yıllarca, adeta önyargılı yaklasımlarla, o yöreye dair
kültürel, dilsel, toplumsal veya siyasal konulara iliskin
yapılan analizler, objektiflikten uzak kalmıstır. İste Seyh
Said’in öncülük ettiği ayaklanma ile ilgili değerlendirmeler
de bunlardan biridir
Zaza toplumunun “Kürt”, Zaza dilinin “Kürtçe’nin
lehçesi”, coğrafyasının da “Kürdistan” olarak
nitelendirilmesi ve bu iddiaların sürekli olarak ülke içinde
ve dısında Kürt siyasi çevrelerince savunulması, Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemlerindeki Zaza direnislerinin de
“Kürt isyanları” seklinde tanımlanması sonucunu
doğurmustur. Öte yandan, bilimsel hiçbir inceleme
yapılmadan, sanki “her Doğulu Kürt kökenli” imis gibi bir
Önyargıyla zihinlere yerlesmiþ olan yanlıt kanaatler
Neticesinde, Zazalar, Türk yöneticilerince de Kürt orijinli
Olarak algılanmıs, böylece Koçgiri, Seyh Said ve Dersim
direnisleri Türk resmi/gayri resmi kaynaklarında “Kürt
İsyanları” olarak yer almıstır.(1) Zihinlerdeki bu
Yanlısın giderilmesi için, özellikle Zaza aydın ve bilim
Çevrelerinin, Zaza kimliğinin tanıtımı konusunda yoğun
Çaba göstermeleri gerekmektedir.
Ayaklanmanın yayıldığı; Piran, Genç, Solhan, Kiğı,
Karlıova, Palu, Maden, Karakoçan, Elaziz, Siverek, Eğil,
Ergani, Çermik, Çüngüs, Hani, Lice, Kulp, Varto, Hınıs,
Tekman gibi yerlesim birimlerinde Zazalar meskun
bulunuyordu. Bölge, aynı zamanda Palu merkezli olan
Naksibendi tarikatının ve müritlerinin de etki alanıydı.
Palu’da medrese ve tekkesi bulunan Seyh Said, Naksibendi
tarikatının Goran orijinli Mewlana Xalidi Bağdadî (1778-
1826) ekolünden olan Palulu Seyh Ali Septi’nin torunuydu.
Bu arastırmada, Seyh Said ayaklanmasının askeri boyutunu
değil, çıkıs nedenini ve niteliğini irdelemeye çalısacağız.
ATATÜRK DEVRiMLERiNE TEPKiLER
Öncelikle sunu belirtmeliyiz ki, Seyh Said isyanının
karakteri “etnik” değil, “dini”dir ve tamamen Atatürk
devrimlerine karsı bir tepki hareketidir. Seyh Said ile
isyanın diğer önderleri arasındaki yazısmalar, Seyh Said’in
bazı bey, ağa ve asiret reislerine gönderdiği mektuplar,
isyan sırasında halka yönelik yayınlanan beyannameler,
Seyh Said ve arkadaslarının Sark İstiklal Mahkemesi’nde
verdikleri ifadeler, bu görüsü teyit eder niteliktedir.(2)
Ayaklanma değerlendirilirken, tabii ki olayın cereyan ettiği
dönemin mevcut sartlarının da göz önünde bulundurulması
gerekir.
Bu bağlamda; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 03 Mart
1924 tarihinde görüsülüp onaylanan; “Ser’iyye ve Evkaf
Vekaletleri’nin [Seriat ve Vakıflar Bakanlıkları’nın]
Kaldırılması Kanunu”, “Halifeliğin Kaldırılması ve
Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin Dısına
Çıkarılması Kanunu” ve ayrıca Seriat Mahkemeleri’ni
kaldıran 08 Nisan 1924 tarihli “Mehakimi Ser’iyye’nin
Đlgasına ve Mehakimin Teskilatı’na Ait Ahkamı Muaddil
Kanunu”(3) ile dini yönden ülke genelinde köklü
değisikliklere yol açacak inkılapların/devrimlerin ilk
adımları böylece atılmaya baslandı.
Fransız yazar Paul Gentizon, devrimlerin getirdiği değisimi
su sekilde yorumluyordu:
“İmparatorluğun yerini bir cumhuriyet aldı. Bir Sultan
kaçtı. Bir Halife sürgün edildi. Büyük bir Sef [Mustafa
Kemal] dünyanın dikkatini çekti. Onun buyruklarıyla
Müslüman bir halk yeni bir plana göre sekil aldı. O, bu
halkı eski Asya geleneklerine bağlayan bağları kopardı.
Geçmisi sildi, süpürdü. İslam dinine kendi esprisi içinde
bir yön verdi. Çok kadınla evliliği önledi. Cinsiyet
ayırımını yıktı. Seriat hukukunu kaldırdı. Avrupa’nın
kanunlarını kabul etti. Kıyafeti değiştirdi. Hatta baska bir
alfabe oluşturdu.. 1500 yıllık din boyunduruğundan
kurtuldu. Hıristiyan Avrupa’nın çok kan dökerek sağladığı
bu sonuç, Türkiye’de bu suretle kestirme yoldan (6 yıl
içinde) elde edildi.. Reform halkın bir kısmını hosnut
etmedi. Hatta o kadar ki Doğu illerinde, iç isyana kadar
vardı...”(4)
Ve böylece, Türkiye’nin çesitli yerlerinde, devrimlerden
hosnut olmayan dindar kesimden, muhalif seslerin
yükselmeye basladığı yeni bir sürece girildi.
17 Kasım 1924’te, cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi
olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF)’n ın
kurulusu ilan edildi.(5) Genel Baskanlığını Kazım
Karabekir’in yaptığı TCF’nin tüzüğüne, “Madde: 6, Fırka
[parti], dini düsünce ve inançlara hürmetkardır” seklinde
bir ibare konmustu. TCF yetkililerinden Fethi Bey;
“Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor.
Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz”(6) seklinde
beyanat veriyordu. Devrimlere karsı olan kesim, Kazım
Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Rauf Orbay gibi
Milli Mücadele’nin ünlü isimlerinin yer aldığı TCF’na
yöneliyor ve ortam giderek gerginlesiyordu